20 Eylül 2016 Salı

Yalnızlık sevilmeden yalnız kalınamaz

Bana öyle geliyor ki: Bugününde yalnızlıktan şikayet eden her insan, geçmişinde bir yerlerde, yalnızlığı arzulamıştır. Çünkü yalnızlık sevilmeden yalnız kalınamaz. Bu belki bencilliğinden ileri gelmiştir. Belki hayatının kalabalığından... Belki zayıflığından... Ama mutlaka ona âşık olmuştur hayatının bir köşesinde. Başka türlü olamaz. Kafasındaki sesi daha iyi duymak istemiştir. Kalbinden geçenleri daha net görebilmeyi arzu etmiştir. İradesinin aslında neyi seçeceğini, çevresinde başka iradelerin yükünü hissetmeden, görebilmeyi temenni etmiştir. Böylesi sebeplerden ötürü yalnız kalmayı ister insan. Ve kalır. Ondan şikayet edecek kadar hem de.

Yalnız kalmak, siz onu isterken kötü değildir. Yalnız kalmak, o sizi isterken kötüdür. Hatta yalnız kalmak bir süre sonra insanı öyle yabanileştirir ki (yabanilik, yalnızlığın alışkanlığa dönüşmesidir) başkalarıyla tekrar bağ kurmaya kalktığınızda, duvarlarınızı aşmakta zorlanırsınız. Çok konuşmaktan sıkılırsınız mesela. Çok dinlemekten... Sizden başkasıyla, ondan kaçma fırsatı elinizin altında olmadan, vakit geçirmekten... Bu aşamada bir başkası size hem cennetiniz hem cehenneminiz gibi görünür. Ona dokunmak istersiniz. Çünkü o sizi kendilik zindanınızdan kurtaracaktır. Ondan kaçmak istersiniz. Çünkü o sizi kendisi zindanına atacaktır. Hem ondan korkak hem onu temenni eder bir halde kalırsınız.

Eğer hayalgücü gerektiren birşeyle meşgulseniz, mesela yazarlık gibi bir işle, bu öyle çok da yakınılacak birşey değildir. Gelgitlerle dolu insanın hayalgücü daha sıkı çalışmaya başlar. Yalnızlık nedeniyle gerçekleşmeyenlerin sayısı arttığı gibi gerçekleşebileceklerin sayısı da kabarır. Bu hayal için büyük kazançtır. Hayalin diğer kazancı ise yalnızın korkularına yaslanır.

Yalnız 'gelsin' ister ama 'kalsın' istemez. Kalması yalnızlığı tekrar dönülmez kılacaktır. Birşeyin cismi getirilmeden kendisiyle konuşulmak istenmektedir. Böyle bir nakliyatı hayalgücünden başka güç yapamaz. Hayal birşeyin maddesini yerinden oynatmadan manasını taşıma yeteneğidir. Kulak nasıl sesleri, göz nasıl ışıkları, burun nasıl kokuları yakalıyorsa, hayal de o şeyin manasını yakalar. Kimbilir? Belki manamız da tıpkı kokumuz veya sesimiz veya görüntümüz gibi havada gezinmektedir. Hayal onun sonsuza uzanan yankılarını yakalayacak bir araçtır. Olamaz mı sizce? Ben yalnızların havada uçuşan manaları diğerlerinden daha iyi yakaladıklarına inanırım. Onlara açlardır çünkü.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder