Hayat bir boşluğun kenarından yürümek gibi. Tabak kenarında gezinerek içindeki çorbaya düşmemeye çalışan sinekler gibiyiz. Adımlarımız mütereddit. Hakkımız var. Tabağın ortasındaki karanlık sürekli bizi kendisine doğru çekiyor. Boşluklar korkutucu. Sarhoşluk kurtarıcı. Sarhoşluk bizi tabağın kenarında olmaktan kurtarmıyor. Sarhoşluk bizi tabağın kenarında olduğumuz fikrinden kurtarıyor. Tabağın kenarında olduğumuzu unutmakla bir huzur arıyoruz. Bu mutlu olmak için yeterli mi peki? Değil gibi. Çünkü tabaktaki karanlık bizi içine doğru çekmeyi terketmiyor. O halde tabağın kenarında olmakla barışmak lazım. Ve belki o boşlukla da...
Bu boşluğu hem seviyorum hem sevmiyorum. Seviyorum. Çünkü çoğu güzel şey ondan kaçınırken veya ondan sıkılırken beni buluyor. Belki ondan bu kadar korkmasaydım bu kadar dikkatli basmayacaktım adımlarımı. Adımlarımı dikkatli basmam yürüyüşümü güzelleştirdi. Daha az ayağa bastım. Daha az insan incittim. Boşluk beni incitmemeye zorladı. Çünkü biliyordum: İncittiğim zaman incinecek ve belki o boşluğa düşecektim. Hem tutunmaya çalışırken güzel dostluklar da elde ettim. Tutunacak yerler yaptım. Boşluk beni korkutmasaydı kimsenin koluna girmezdim. Kimsenin yanında yürümek ve ona yaslanmak arzu etmezdim. Kimseye muhtaç olduğumu düşünmezdim. Boşluk benim hem zayıflığım hem zenginliğim oldu böylece.
Yine de boşluktan korkuyorum. Bu korkunun geçmemesinden korkuyorum. Bu geçmeyen korkunun içimdeki bir yaradan beslendiğini düşünüyorum. Kendimden yana endişeliyim. Kendime güvenmiyorum. Tabağın ortası belki de diğer insanlardan daha çok beni cezbediyor. Orada neler olacağını merak ediyorum. Ve sanki diğer insanlardan daha zayıf basıyorum adımlarımı. Bir şekilde içine düşmeye razı olmuş gibiyim. Tabağın kenarında yürümek beni yordu. Dikkat aklı yorar. "Belki de..." diyorum derinlerde bir yerde "tabağın ortasına bırakmalıyım kendimi." Sonra unutuyorum. Unutmak iyi geliyor. Ya bir dibi yoksa o tabağın?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder